Bir Halet-i Ruhiye Terennümü

    Ellerimi göğüs hizamda kaldırıyorum. Uzunca bir müddet dua eder gibi başımı da eğiyor ve dalıyorum. Sanki aklımda bir mesele var ve ben o mesele içerisinde asla mesafe alamamış gibi. Bir müddet geçiyor ki rüzgârın yanaklarımı okşayışına uyanıyorum. Ellerim uyuşmuş ama hala diri. Sanki yer çekimine meydan okur gibi. Kendime meydan okur gibi. Düşüncelerimi tekrar sıralıyorum zihnimde nerelerdeyim kim bilir. Dalgın değilim ama dalmışım. Uslu durmak ne mümkün hülyalarda. Sonra birden irkiliyorum. Karşıya bakıyorum. Ama baktığım ile gördüğüm bir değil. Sadece renklerin o muazzam seremonisini duyuyor, görüyorum. Ne müthiş demeden de kendimi alamıyorum. Müthiş diyorum. Uzun uzadıya seyrediyorum. Ellerimi artık dizlerimin üstüne koyuyor ve sanki ömrümün son demleriymiş gibi doğayı süzüyorum. Kokular, renkler ve meltemin ince dokusu. Tüm fakülteleri ile hayatı tadıyorum. Ruhum olduğunu martın nisana geçtiği şu günlerde yeni bir neşve ile mükerreren hissediyorum. Doğaya meydan okurcasına değil de sanki onunla aynı secdeye kapanırcasına. Aynı ilaha tek ilaha hu dercesine. Meselem kuru bir din olmasın istiyorum. Kendimce. Kendimce yazıyorum ve gene kendimce okuyorum. Mahrem olsun istiyorum ama buna hecelerim müsaade etmiyor. Ellerimi dizime hafif vuruyorum. Gözlerim kapalı. Kanık gibi bende dinliyorum ama İstanbul’u değil, insanları ve beşeriyete ait olan hiçbir şeyi dinlemiyorum. Duyduğum yalnızca bizden farklı bir şey. Bozulmadık şeyler. Bozulmaması gerekende şeyler. Gökyüzünden bir ışık vuruyor ben bu düşüncelerde iken. Gözlerim güneşin ışınlarını görürken dudaklarım da ısısıyla kuruyor. Bu an bitmesin istiyorum. Sonra aklıma firavun geliyor ve hayatı sevmek ne denli tehlikeli olduğunu ilklerime kadar hissediyorum. Aman Allah’ım. Korkunç bir durum. Birden tüm güneş, ışık renk ve tat kayboluyor. Her şey gizleniyor. Ve yalnız ben ve seccade kalıyor. İnsan ya işte kendini hemen tanrı yerine koyabiliyor. Bunu yapması saniyeler sürmüyor. Ardı arkası kesilmeyen düşünce hezeyanlarının akabinde sanki ben de aynı tuzağa düşmüşçesine irkiliyorum. Ellerimi tekrar açıyorum. Ama mahcup bir şekilde. Ve artık eski cesaretimde yok. Kollarım bedenime yapışık bir vaziyette. Dua dua yakarmak istiyorum lakin sadece bazı kelimeler ağzımdan dökülüyor. Teklif, emanet, cahil ve zalim. Ne için cahil ve zalim olduğumu anlamam sanırım bir ömre mal olacak. Koca bir ömür emanetin ne olduğunu ki neden bana teklif edildiğini ve gene bundan dolayı mı bilmediğim cahil ve zalim oluşumu anlamakla geçecek. Zalim ve cahil. Nasıl karanlıkta kalabilir ki insan. Mezar insanı ürkütüyor. Ölüm değil. Ölümden sonrasına inanmışsan neden ürkesin. Ama inanmak var ya işte. Emânet sırrınca olsa gerek o inanmak. Düşüncelerine daldığım ve bir türlü çıkamadığım inanç. Kendimi silkeliyorum tam burada. Hayır ben ne mahzun, depresif biriyim ne de inancımı sorguluyorum. Aksine emniyet duyduğum için mutlu ve mesut biriyimdir. Bu gerekli açıklamayı neden kendime yapıyorum derseniz onu bende bilmiyorum. Bilmediğim gibi kovuşturmak da istemiyorum. Sadece bu kadarla iktifa edeyim yeter. O hazzı alayım. Yaşadım diyebileyim. Ama yaşamımı kimin yolunda götürdüğümü sorgulayarak. Her adımı yol bilerek. Her sözü töz diyerek. İşte bu düşüncelerle ellerim açılıyor gül gibi. Açıldıkça da aynı sözcükler dilimde dönüyor. Teklif, emanet, zalim ve cahil. Ama bu sefer başka bir kelime de ekliyorum. Mümin.

 Herkesin yüzünü ona doğru çevirdiği bir yönü vardır. Öyleyse hayırlarda yarışın. Nerede olursanız olun, Allah sizin hepinizi bir araya getirecektir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir. (Bakara 148)

Yasin Ertuğrul

Yorumlar

Popüler Yayınlar