Kalbin Azmi Niyet
Niyet; kasıt, bir işe yönelmek, kalpte bulunan düşünce gibi anlamlara gelir. Lügatte niyet, bir şeyi yapmadan önce, onu yapmayı düşünme olarak geçer. Büyük tefsir âlimi Beydavi’ye atfedilen bir sözde niyet şöyle tarif edilir “Allah’ın rızâsını kazanma arzusuyla ve O’nun hükmüne tâbi olmak üzere fiile yönelen irade”. Farklı bir açıdan bakarsak, niyet; kişinin bir işte, kalben veya lisânen “Ben bu işi Allah rızası için yapıyorum” demesidir. Nasıl ki namaz kıldığımız zamanlarda “Niyet ettim Allah rızası için ... namazımı kılmaya” diyorsak, niyetin de yöneldiğimiz şeyin, bizi harekete geçirici etken olduğunu söyleyebiliriz.
Niyetin sadece dil ile olması, kalbin buna katılmaması, niyetin hâlis olmadığını gösterir. Bir nevi ameli işleyenin kazandığı ecir, niyeti nispetindedir. Kişi bir niyette sadık ve emin ise dile getirdiği niyetine kalbinin de iştirak etmesi gerekir. Bu niyet de iyi ve güzel şeylere yönelik olursa Allah katında daha da değer kazanır. “Şüphesiz O, kalplerde olanı hakkıyla bilendir” (Fâtır, 38.ayet).
İnsanlar çabası ve niyeti nispetinde karşılık bulur. Eda edilen bir ibadet veyahut insanların takdir ve beğenisini kazanmış bir çalışma, en başta Allah rızası için yapılmış olma şartını taşımalı; bu çabayı gösteren veya gösterenler de hak rızâsını kazanmayı kendine şiâr edinmelidir. Nitekim Bakara Suresi’nin 112. Ayetinde Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Bilâkis, kim güzel niyet ve davranış sahibi olarak kendini Allah’a teslim ederse rabbinin katında onun mükâfatı vardır. Öylelerine korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de”.
Bu ayet için müfessirlerden farklı yorumlar izhâr olmuştur:
Bu ayette geçen “muhsin” ibaresi, ihsan ehlinden olarak güzel niyet sahibi kimseler için kullanılan bir ifadedir. İhsân kelimesini Hz. Peygamber şöyle açıklamıştır: “İhsân, Allah’ı görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da O seni görüyor” (Buhari, İman, 37; Müslim, İman, 57). Demek ki ihsan sahibi kimse daima gözetlendiğini bilir, ona göre ibadetlerinde huşu sahibi olarak devamlılık sağlar. Hayırlı bir iş, amel, ibadeti yerine getireceği zaman bunu en güzel şekilde, hakkın rızâsını gözetip güzel bir şekilde yapmaya çalışır. İhsân sahibi kimse amellerini hakkıyla yerine getirmek için çaba sarf eder.
Bahsi geçen ayet (Bakara 112) İsmail Hakkı Bursevi tefsirinde şu şekilde aktarılır: “Sadece Allah rızası için amel etmek, şeriat katında o amelin güzel olduğu anlamına gelmez. Zirâ ihsânın hakîkati, ameli lâyıkı vechile yapmaktır ki, bu da ameli hem zâtı hem vasfı itibariyle güzel yapmaktır. İhsân, imanın hakîkatidir. Bunun zâhiri insan, bâtını ise kulun nâfile ibadetler neticesinde bir anlamda Allah’ın gören yüzü, işiten kulağı olmasıdır. Bu durum, Hakk’ın zâtının ve vücudunun kulun sıfatları için bir tür ayna, onun hallerine mazhar olmasıdır. “
Niyetle ilgili olarak sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) ise şöyle buyurmuştur: “Ameller ancak niyetlere göredir ve herkes için niyet ettiğinin karşılığı vardır. Kimin hicreti elde edeceği dünyalığa veya evleneceği bir kadına ise hicreti, hicret ettiği şeyedir” (Buhari, Bed’u’l-vahy, 1).
Bu hadisten şunu anlıyoruz ki kişi, bir maksada yöneldiği zaman niyetiyle birlikte amel de devreye girer. Lakin niyet burada daha mühimdir. Çünkü bazı âlimler bu hadis için amellerin niyetlere göre sahih, muteber ve makbul olacağı şeklinde bir îzah getirmişlerdir. Bu da niyet ve amel sonucunda yapılan işin derecelendirilmesi anlamına geliyor ki burada belirleyici unsur elbette ki niyettir. Çünkü iyi niyet bazen bizatihi ibadet olabilmektedir.
Abdurrahman el-Mehdî, Buveytî’nin kendisinden naklettiğine göre; İmam Şafii, Ahmed b. Hanbel, Ali b. El-Medinî, Ebu Dâvus, Tirmizî, Dârekutnî ve Hamza el-Kenânî’nin bu hadisin İslâm’ ın üçte biri olduğunda ittifak ettiklerini söylemiştir. Beyhâki ise bu hadisin ilmin üçte biri olmasının gerekçesini şöyle açıklamıştır: “Kişinin amelleri kalp, dil ve organlardan sâdır olur. Niyet bu üçlünün en önemlisidir. Çünkü niyet başlı başına bir ibadet olabildiği halde, diğer ibadetler ona muhtaçtır. Bu sebeple “Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır” şeklinde bir rivayet bulunmaktadır. Gerçekten de niyeti incelendiğinde onun amelden daha hayırlı olduğunu görürsün...”
Sonuç olarak, Müslüman kimse her zaman kötü duygu ve düşünceleri barındıran niyetlerden kendini arındırmalı, amelinin ecrini sırf Allah’tan bekleyerek, onun rızasına uygun davranmalıdır. Niyetlerde hâlis olmayan kimse, sadece kendini insanlara beğendirmek, sırf insanların övgüsüne mazhâr olmak için uğraşırsa elbette Allah katında yalancı konumuna düşer. Nitekim kutsi hadiste, hak rızası için ilim öğrendiğini söyleyen bir adamın durumu şu şekilde anlatılır:
“Kıyamet günü, aleyhlerinde ilk hükmedilen insanlar şunlardır:
...
“İkincisi; İlim öğrenen, başkalarına da öğreten, ayrıca Kur’ân okumakla da meşgul olan adamdır. O huzûra getirilir. Allah kendisine olan nimetlerini anlatır. O da itiraf eder. Cenâb-ı Hakk:
- “Bunlara karşı ne yaptın?” diye sorar.
Adam:
- “İlim tahsil ettim. Onu başkalarına da öğrettim. Senin uğrunda Kur’ân da okudum” der.
Allah-u Teâlâ buyurur ki:
- “Yalan söyledin! Sen ilim öğrendin, ancak âlim denilsin diye; Kur’ân okudun ancak o kârîdir, yani kıraât ehlidir denilsin diye. Hakikat öyle de denildi”.
Sonra hakkında emrolunur ve ateşe, yani cehenneme atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir.
...
(Müslim, İmâre, 152).
İşte bu şekilde sadece insanların beğenisini toplamak, insanı Allah katında hakir bir duruma düşürmektedir. Rabbimizin huzurunda bu şekilde bir hitâba muhatap olmamak, her dâim hak rızasına nâil olmak, insanların faydasına olan hâlis niyetli ameller biriktirebilmek, Hz. Muhammed (s.a.v) ümmetine güzel hizmetler yapabilmek duası ve ümidiyle. Allah bizi bu yolda muvaffak ve müdavim eylesin.
Alıntılar:
- Ruhu’l Beyan Tefsiri
- İbn Hacer el-Askalânî, Sahih-i Buhari Şerhi
Mehmet Emin Türkoğlu
Not I: Yazının bulunduğu dergiyi okumak için tıklayınız
Yorumlar
Yorum Gönder