İnsan ve Toplum/Değişim-Dönüşüm-Gelişim
Varlıklar içerisinde insan, varlığı ve kendi varlığını sorgulayıp anlamlandırabilen yegâne varlıktır dense yerindedir. Hem yalnız başına bir birey hem de tek başına yaşayamayacak kadar hayatının öncesinden sonrasına diğer bireylere muhtaç bir toplum üyesidir.
Daha hiçbir şey değilken topraktan alınan gıdalar ile anne yumurtalık yolunda bir yumurta, babasının sulbünde sperm hücresi olarak oluşur. Var olması için anne ve baba adayının evlenmesi beklenir. Vakit saat geldiğinde anne yumurtalık yolunda oluşan nice yumurta içerisinden baba sulbünde kendisini dölleyecek milyonlar sperm hücresi içerisinden sıyrılır, döllenmiş yumurta olarak annenin rahim çeperinde tutunur ve hayat süreci başlar. Rahman olan Allah’ın rahmeti ana rahminde ve annede tecelli eder de cenin evrelerden geçerek ortalama dokuz ay on günlük süreç sonrasında beden ve ruhtan müteşekkil bir varlık olarak dünyaya gözlerini açar. Bu süreci daha derin tefekkür ve bilgi ile uzunca yazmak elbette mümkündür. Maksadımız bir bebeğin oluşumunu anlatmak olmadığından çok kısa ifade etmiş olduk.
Şartların oluşması ve kaderin tecellisi ile insan vücuda gelir. Onu elbet bir yaratan var. Bunu inkar etmek düşünceye ve bilime kör olmakla mümkündür. Hiçbir şey tesadüfi değildir. Vücuda gelen insan tek başına bir varlıktır, bireydir olmasına ama onu çevreleyen annesi, babası, kardeşleri, diğer akrabaları, komşuları, diğer insanlar ve bütünüyle maddi manevi çevresi olduğu gibi fizikötesi varlıklar ve dahi bütün varlıklardan öte yegâne varlık Allah da vardır. İnsan doğduğunda neşe getirir yuvasına; anne sevinir, baba sevinir, sevinenler sevinir. Artık onun varlığı hesaba katılır. Ailenin, toplumun ve varlığın yeni bir üyesidir. Diğer varlıklarla etkileşim içinde yaşayacağı bir hayatı vardır insanın.
İnsan içinde yaşadığı dünyadan, ortamdan ve toplumdan tam bağımsız olamaz bu hiçbir şekilde mümkün değildir. Öyle olunca insan hakları, toplum hakları, hayvan hakları ve diğer varlık hakları ve sorumluluklar gündeme gelir. İşte insan bu hak ve sorumluluklara riayet ettiği oranda insanlığını korumuş olur ve hem kendi aradığı iç huzuruna erer hem de toplumun huzura kavuşmasına sebebiyet vermiş olur. Haklar ve sorumluluklar hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir. Zira haklar ve sorumlulukları aştığımızda ferdi huzursuzluk ve toplumsal kargaşaya yol açılmış olur ki, bu da kavgalara savaşlara kapı açar.
Yaşadığımız şu asırda iletişim kanallarının her şeye ulaşma sınırlarını tamamen ortadan kaldırmış olmasıyla insanlık yeni bir evreye girmiş bulunuyor. Bu süreci insanlığın toplam faydasına çevirme cihadında başarılı olamazsak dünya modern köleler/robotlaştırılmış insanlar toplama kampına dönüşüverecek. Zira bu kölelik imparatorluğunu oluşturma rüyası görüp planlamasını yapan çevreler bu iletişim kanallarını ve kullanabilecekleri bütün araçları en etkili bir şekilde kullanarak özellikle genç neslin olmak üzere bütün insanlığın iç dürtülerini kaşıyarak hazlarının peşine sürüklenmiş; azgın, arsız, hayasız ve insani özelliklerini yitirmiş güdülebilir birey ve topluluklar için hiçbir masraftan kaçınmıyorlar.
Bir taraftan nesilleri kendi inanç ve kültür havzalarından koparıp onlara bireysel özgürlük vadederken aslında diğer taraftan hazların etrafında kurguladıkları anlık eğlence, zevk, şehvet ve şöhret dininin küresel mensupları haline getirip isteğe bağlı köleler devletini kuruyorlar.
İnsanın insan kalması mücadelesi ise daha büyük emek istiyor. Gelişen teknoloji insanın değişim ve dönüşümünde başat bir rol oynuyor. Elbette insanın maddi yaşamı kolaylaşıyor ancak bu gelişen, kolaylaşan başka bir deyiş ile nimet ve imkanları artan insan aynı oranda insani değerler bakımından gelişebiliyor mu? Bencilleşen, hiçbir değer tanımayan hayatı haz ve zevk üzerine kuran bir zihniyet kurgulanmaya çalışılıyor. Oysa haz ve zevk insanı uzun süreli huzurlu kılacak güçte değildir. İnsan acziyetinin ve ölümlü bir varlık olduğunun farkına varıp varlık hiyerarşisi içinde yerini görürde varoluş sebebine uygun yaşam biçimini benimserse o vakit iç huzurun yolunu bulmuş olur. O yolda yürüdükçe de olgunlaşmaya doğru giden gelişimini sürdürür. İnsanoğlu tarih boyunca teknik gelişimini kesintisiz sürdürmüştür ve muhtemelen de sürdürmeye devam edecektir. Teknik gelişimle birlikte insanın varlığa tasarruf ve tahakkümü de artıyor. Bu da ona güç kazandırıyor ki bu durum, insanı her istediğini yapabilme duygusuna yönlendiriyor; yeni şeyler yaptıkça daha da güçleniyor yahut daha da güçlendiğini zannediyor. Bu acziyeti kör eden güçlenme duygusu insana kul olduğunu da unutturuyor ve insan kendini küçük bir tanrı gibi vehmediyor ki ne büyük aldanıştır.
Halbuki insan ölümlü bir varlıktır, bu da onun tanrı olmadığını gösterir. Yaratıcı şu güzelim dünyayı ve varlığı insanın tasarrufuna vermiş ve insana birtakım haklar ve vazifeler tayin etmiştir. İnsan bu dünyada yok idi, var oldu ve yine bu dünyadan öncekiler gibi göç edecek. Karar yurdu değil bu dünya, karar yurdu ahirete giden yolda bir uğrak ve duraktır. Konakladığın han ve konaklama tesisinde misafirdir insan. Kendi asıl yurdu ahirettir. Ahiret inancı ve duygusunu yitiren insanlığını yitirir ve geleceğini kaybeder. Fani dünyanın bütün zenginliklerini eline geçirse insanoğlu onları da bırakıp gitmek zorundadır. Aslolan bu zenginlik ve imkanlardan hak ve sorumlulukları gözeterek istifade edip, kimsenin hakkına girmeden güzel bir insan olarak bu diyardan göç edebilmektir.
Sonuç olarak insan toplum içerisinde değişip dönüşüp gelişimini sürdürürken ne toplumu ne de kendisi insani değerlerini kaybedipte tefessüh etmemelidir, erdemli olmalı ve erdemin; iyiliğin hayrın güzelliğin yaygınlaşması için mücadele etmelidir. Kötülük; değerlerden yoksunluk, hak hukuk tanımamazlık, arsızlık ve ahlaksızlığın önlenmesi için inisiyatif almalıdır.
Ne mutlu dünyada ahenkli bir hayat sürüp varlığa huzur vererek Allah’ın huzuruna huzurla varabilecek olanlara!
Sami Önler
Yorumlar
Yorum Gönder