İnsan ve Değişim

Yeni bir nefes, özü toprağın hamurundan suyun ıslaklığına erişen bir varlık, üstün bir varlık ve dönüşen ki değişen bir varlık…

İşte bu yazımızda her şey gibi değişimin dönüşümüne uğrayan bir canlı olan insanın zamanla farklılaşan yapısından söz edeceğiz;

Dünyaya ilk ayak basan insan, şüphesiz insan olmanın en saf haline haizdi. Temel manada donatılmış olmasına rağmen dünyanın derin bilgilerine hala tam manasıyla ulaşamamış olması- milyonlar ve milyarlarla ifade edilen bir zaman dilimi geçmesine rağmen- dizayn edilmiş muazzam bir sistemin göstergesi olsa gerek. Tabiki insan bu hususta bunca yıl geçmesine rağmen ve geçecek olmasına rağmen sadece kâşif ve mucit rolünü üstlenebilir olmaktan ileri gidemez. Çünkü; insan var olandan ancak bir var meydana getirebilir, yok olandan bir var meydana getirmek gerek inancımız gereği gerekse mantıklı düşünmenin bir tezahürü olması bakımından yalnızca yaratıcının bir vasfı olabilir. İşte var dünyasının kâşifi olan insanın, başkalaşan hayat serüvenine göz atalım.

Yüce ilahımız Allah (cc.) babamız Âdem (a.s.)’İ yarattığında kendisine eşyanın hakikatini öğretti ve onun zürriyetinden biz evlatlarını var etti. Bugün bilim dünyasının; insanlık tarihini değişik evrelerde sınıflandırdığını görmekteyiz. Elbette zaman geçtikçe bilim ve teknik alanında bir önceki zaman dilimine göre gelişmelerin görülmediğini söylemek yanlış olur fakat yapılan bu sınıflandırmada yaratılan ilk insanı cahil!!! Yerine koyup da günümüz insanını semalara çıkarmak çok abes olsa gerek. Öyle ki mantık ilmini ortaya koyan Aristotales’in bir dahi olduğunu savunan bilim, kendisine temel manada eşyanın hakikati nakşedilmiş olan Hz. Adem’i toplayıcı olarak görmekten ileri gidemiyor! ne acı bir şey... Halbuki her gelen nesil; bir önceki neslin birikimsel tecrübelerinden faydalanarak yeni bir şeyler ortaya koyabilir, belki dün güvercinle veya dumanla mesajlaşmamanın olmaması bugün telefon denilen bir mefhumun kullanılmasına yol açmayacaktı ya da tekerleğin keşfedilmemiş olması aynı şeklide vasıta denen kavramın yok olmasına sebebiyet verecekti. İşte bundan dolayıdır ki her bir dönemin kendi içinde bulunduğu döneme göre değerlendirilmesi elzemdir. Şöyle ki; dört duvar ardında kalmış ve dünyaya dair hiçbir olgu ile karşılaşmamış birinin hayatının, aktif yaşayan sosyal bir bireyle karşılaştırılması ne kadar doğru olabilir ki?

Bu bağlamda asıl gelmek istediğim nokta insanın değişen dünya hayatına tinsel(ruhsal) olarak nasıl bir adaptasyon süreci geçirdiğidir. Elbette şu bir gerçektir ki ne kadar zaman geçse de insan, insan olmaya devam edecektir; ruhsal olarak kendisinde tasarlanmış olan bütün hasletler bundan milyarlarca yılda geçse de farklı sebeplerde ve düzeyde olsa bile değişmeyecektir, değişemez çünkü; insana hamledilen muhteşem bir vicdan vardır: “fıtrat”

Artık yeni bir çağa ayak basıyoruz, materyalist olan dünya görüşünden sürrealist bir dünya doğru hızlı bir adım atıyoruz. Geçmişte yaşanan onca olay gösteriyor ki; insandaki bitmek tükenmek bilmeyen iştah yeni işler peşinde, yeni bir dönem bizi bekliyor ve bu döneme damga vuracak gelişme “sanal devrim”. Bu kavramı iyi anlayabilmek için geçmişi iyi analiz etmemiz gerekiyor. İşte tam bu anda bizleri hayrete düşüren bir manzara ile karşılaşıyoruz; tam manasıyla adını kitle imha olarak adlandırabileceğimiz bir manzara, ben şahsen adını “imha dejenerasyonu” koymayı tercih ettim çünkü çok değil belki bundan bir iki asır sonra insanlığı çok acımasız bir çağ karşılayacak; hem insan nüfusunu azaltmayı planlayan ve hem de natürel insan yapısını bozmak adına uğraşlar veren “Zulüm Çağı” …

Yukarıdaki paragrafta da belirttiğim gibi gelecek hakkında bir analizde bulunmak istiyorsak geçmişimizi iyi tahlil etmeliyiz. O zaman sizleri öncelikle Rönesans ve reform devrimlerinden sonra ortaya çıkan sanayileşme devrimine götürmek istiyorum. Bildiğiniz üzere rönesans ve reform hareketleri Kiliseler’in baskıcı ve zorba tutumlarına karşı atılmış büyük bir devrimdi; öyle ki Hristiyanlık tarihini incelediğimiz zaman bir din istismarının gerçek manada nasıl olabileceğinin örneklerini görebileceğimiz bir tarihle karşılaşacağız, tabiki tabii olduğumuz bu dinde de böyle şekilde davrananlar yok değil tabiki var. Lakin buradaki ince ayrıntıyı kaçırmak; dinin dahil olduğu her yeri bu kavramla suçlamaya gider ki bu da yanlış bir eleştiri olur. Bu konu ile ilgili ayrıntıları başka bir yazımda daha detaylıca ele almak isterim.

Bilhusus bu baskıcı ve zorba yönetim anlayışını kıran bu iki devrim sonucu Avrupa’nın bilimsel gelişmelere doğru ilerlemeci adımlar atmaya başladığını görüyoruz. Evet bu dünya tarihi açısından çok önemli bir gelişmeydi çünkü artık adını hiç duymadıkları yeni icatlar ve keşifler boy gösteriyordu: Buharlı makineler, trenler, tayyareler, deniz altıları… Evet hepsi muhteşem gelişmeler, keşke sadece böyle kalabilseydi ve amaç sadece fayda sağlamak olabilseydi. Dedim ya bitmeyen iştah; Kapitalizmi bize özgürlük diye yutturan da bu iştah değil midir?  Her şey göründüğü gibi süt beyaz olmadı maalesef; evet icat edilen her yeni icat hayatımızı kolaylaştıran bir materyale dönüştü fakat bunları insanlığın hizmetine sürmek yerine tekelleştirip de global dengeyi bozan ve insanlığı ürettikleri korkunç kitle imha silahları ile kendi egomanyaları altında ezen despot bir rejim kuruldu; zengini daha zengin yapan, fakiri durmadan sömürü aracı haline çeviren, işçi sınıfını horlaştıran ve sosyal hayatı ayakta tutan hoşgörü etkenini çiğneyen bir rejim ve bu rejimin en büyük silahı “planlı eskitme” , sahi bunun ne anlama geldiğini biliyor muyuz?

Bir sonraki yazımızda devam etmek dileğiyle😊

Yusuf Huzeyfe Egrin


Yorumlar

Popüler Yayınlar