İlmin Alemi Bir Ummandır
İlim; çok anlamlı, çok yönlü, çok işlevli, çok derin ve derinliği kendine münhasır latif bir nüktedir. İlim, bir şeyi bilmek demektir. İnsan fıtratının bir gereği olarak bilmeye, kendisinde olmayan bilgileri öğrenmeye heveslidir, meraklıdır. Sürekli olarak bir merak ve bilgi edinmeye meyyaldir. Bu haslet dünyaya geldiği anda başlar. Dünyaya geldiğinde çevresini anlamaya kavramaya ve tanımaya, varlığını anlamlandırıp varlık gayesini bulmaya çalışmaktadır. Bilmeye yönelim insanın içgüdüsel bir yönüdür. Bu iç güdünün gereği olarak öğrendikçe öğrenir ve bilgi düzeyini arttırdıkça artırmak ister. Ne kadar çok bilgiye vakıf olursa bir o kadar bilmediğinin farkına da varmış olur. Bilginin, bilmenin yaşla, makam veya mevkiiyle alakası yoktur. Bu yüzden de bilgi edinmenin veya bilmenin belirli bir yaşı, konumu veya standarttı yoktur. İlim kendisini talep eden herkese kapılarını ardına kadar açan bir mefhumdur.
Hakiki ilim ve bilgi her şeyi
Allah’ın ismiyle okuyabilmek, Allah’ın rızası için öğrenmek, Allah’ın koyduğu hudutlar
dahilinde kullanma niyetiyle elde edilir. Cenab-ı hak bu noktada bize şöyle
buyurmaktadır: “Yaratan Rabbinin ismiyle oku!” (Alak Suresi 1. Âyet) İnsanı var
eden, varlığından haberdar eden ve varlık hakkında bilgi sahibi kılan Allah’a
ne kadar hamd etsek azdır. Elhamdulillah.
İnsanlar ilmi birçok menfaat için öğrenebilir, öğrenmektedir. Herhangi bir makama veya konuma gelmek, para kazanmak, şan ve şöhret sahibi olmak, benliğini tatmin etmek vs. gibi sebeplere dayanarak ilmi elde etmek ister, istemektedir. Halbuki ilmin başlıca gayesi; Allâh’a kul olmak, Cenâb-ı Hakk’ı bilmek, tanıyabilmek ve Allah’la her daim beraber olabilme sırrına vakıf olmaktır. Bu gayeyi insanın tek başına öğrenip idrak ederek tatbik etmesi bir hayli güçtür. Bu yüzden Cenâb-ı Hak; Peygamber Efendimiz’i bu diyara, âlemlere rahmet bir öğretmen olarak göndermiştir. Hadîs-i şerifte buyurulur:
“Ben ancak bir muallim olarak gönderildim.” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 17)
Bizler hayatımızın her anında kullanmak üzere Peygamber efendimizin terbiye ve irşâdını öğrenmeye, kavramaya ve uygulamaya çalışmalıyız. Çünkü bütün insanlık; Peygamber Efendimiz’in öğretmenliğine, ilmine, bilgisine, tebliğ esaslarına ve tâlim ettiği hakikatlere muhtaçtır.
İslam dininde ilme ayrı bir önem
atfedilir. Bu noktada “Oku" buyruğu ile başlayan Kur’an-ı Kerim farklı
ayetlerinde de bilmenin gereğini ve önemini vurgulamıştır. İlmi Çin’de dahi
olsa gidip almaya yönelten İslam’dır.
Beşikten mezara kadar ilim tahsil etmeye çalışmanın tavsiyesi biz
Müslümanlara verilir. İlim uçsuz bucaksız bir ummandır. Her insan, bu ummandan
gücü nispetince faydalanmaktadır. Kimisi
ummandan bir damla alır kimisi de ummana dalgalar bırakır. Bilmenin, öğrenmenin
bir usulü, yolu, yordamı ve bir hedefi olmalıdır. İnsanlığa faydası olmayan bilgiden
yani faydasız ilimden sakınmak gereklidir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in bu
doğrultuda bir niyazı vardır. "Faydasız ilimden Allah’a sığınının."
Allah bize faydalı ve kendisiyle amel ettiğimiz ilim nasip etsin. İlimde belli
bir aşamaya gelenlerde birçok üstün meziyet bulunur. İlmiyle âmil olan kimse
nefsini bilen yani kendini bilen kişidir. Kendini bilmek, bütün âlimlerin,
mürşitlerin, büyük zatların tavsiyelerindendir. Çünkü insanın kendini bilmesi;
bilgi edinmekten, ilim tahsil etmekten asıl gayedir. İnsanın kendini bilmesi
Rabbini bilmesidir. Rabbine bilen en büyük ilme vakıftır. Rabbini bilmeyen
bütün ilimlere vakıf olsa da cahildir. Bu manada bilmede son nokta insanın
kendini bilmektir. Kendini bilmek, insanın neden var olduğunun bilincine vakıf
olması, dünyaya neden geldiğini tefekkür etmesi, hayatın asıl gayesini
kavraması, nereden geldiğini ve nereye gideceğini bilmesi, idrak etmesi
demektir. Rabbini bilen kullar zümresine dahil oluruz inşallah. Yazımı Niyazi
Mısri’nin şu beyitleri ile bitirmek istiyorum.
Nefsini terk etmeden Rabbini arzularsın,
Hayvanlığı geçmeden, insanı
arzularsın.
(Men arefe nefsehü, fekad arefe rabbeh)
Kendini sen bilmeden, Sübhanı arzularsın.
Mehmet Şekerhan
Yorumlar
Yorum Gönder