Zübde-i Alem Olan İnsan Üzerine Bir Tefekkür; Modernite Ve Ramazan Düzleminde
Yapısı itibariyle maddi ve manevi bir hilkate sahip olan insanoğlu modern olarak ifade edilen günümüz dünyasında daha çok maddi yapısını öne çıkartılıp manevi tarafı bir kenara bırakılmış durumdadır. Bu da insanoğlunda sevmek, gülmek, inanmak gibi duygulardan yoksun sahte duygularla donatılmış bir “robot insan” profili ortaya çıkmasına sebep olmuş. Bununla birlikte buna uygun bir dünya inşa ederek bize buna itaat etmemiz gerektiği dayatılmış, buna itaat edenler “modern, çağdaş” olarak nitelendirilirken itaat etmeyenler ise “gerici, ilkel” olarak nitelendirilmiştir.
Modernite farklı kültürleri, gelenekleri yok edip bütün insanlığı “klonlanmış kolonilere” çevirmiş durumdadır. Bununla birlikte Asya kıtasındaki bir kişi ile Avrupa’daki, Afrika’daki, Anadolu’daki bir kişi “bu yılın modası” olarak ifade edilen aynı elbiseleri giyinip kendi kültürlerinin izini taşıyan elbiseleri, oyunları, kelimeleri terk etmiş durumdalar. Halbuki örf ve adetler, insanların DNA’larındaki bağlar gibi insanların kimliğini oluşturur. Dolayısıyla bunlara yapılan herhangi bir müdahale insanların kültür kimliğinin değişmesine sebep olmaktadır. Anadolu’da ve Müslümanlar arasında dini kültür örfi kültürle bir elmanın iki yarısı gibi iç içe geçmiş durumdadır. Dolayısıyla Anadolu insanının kültürüne yapılan herhangi bir müdahale hem dini hem de örfi kültüre yapılmıştır. Bunların yanı sıra modernite ile beraber insanlık tekdüze bir hayat sürmeye başlamışlardır. Fakat kâğıda dökülen bu yazılardan teknolojik gelişmelere karşı olduğumuz fikrinin zihinlerde oluşmadığı hüsnü zannına dayanarak modernitenin, kültür sentezinden geçmeden olduğu şekilde kabul edilmesinin yanlış olduğunu bir anti parantez olarak ifade etmek isteriz. Bu tekdüze hayatla beraber insanoğlu bir insanın ayakta kalmasını sağlayan bir “ruh” gibi kültürümüzü ayakta tutan maneviyattan kopmuşlardır. Bununla birlikte insanlar ne kadar da mutlu, huzurlu bir görüntü sergileseler dahi bu afyonun etkisindeki bir insanın sergilediği durumla aynıdır. TÜİK’in 2020 yılında ülkemiz genelinde yaptığı Yaşam Memnuniyeti Anketi’ne göre insanlarımız arasında gitgide yaşamlarından mutsuz olanların oranı yukarıya doğru bir artış olduğunu göstermektedir. Bu verilerle doğru orantılı olarak Anadolu insanımız kültüründen ve maneviyattan (manevi ruh) uzaklaşmaktadır. Dolayısıyla gençlerimiz arasında bir “moda” olan ateizm gibi maneviyatı, insanın fıtratında var olan Allah inancını yok sayan ne idüğü belirsiz akımlar yayılmakta. Şayet buna bir müdahale edilmezse gelecek kuşaklar kültüründen, inancından daha da uzaklaşacaktır. Çünkü bugün gösterilen en ufak bir umursamazlık, bir kartopu gibi yuvarlanıp gün geçtikçe büyümeye mahkumdur. Modernite insanoğlunu ilk başta uyuşturup daha sonra hasta yatağına düşürüp ölüme giden yolu süsleyen tıpkı bir cellat gibi maneviyatımızı dolayısıyla kültürümüzü “moda giyotini” ile boynundan vurmaktadır.
Peki bu duruma nasıl dur! Denilmelidir?
Değişim içten dışa olarak iç-dış bir bütün olarak olmalıdır. Çünkü insanın varlık yapısına bakıldığında bedenimizi ayakta tutan ruh olduğu için modernitenin aksine maddiyat, maneviyat ile beraber değerlendirilmelidir. Çünkü insan maddi bir yapının yanısıra manevi, metafizik bir yapıya da sahiptir. Bu sebeple modernite maneviyatı bir kenara bıraktığı için modernitenin bize dayattıkları ruhsuz, soluk ve sahtedir.
Maneviyat bireylerin iç dünyasını anlamlandırmalarına yardımcı olur. Bu sayede bireyler iç huzura ulaşır ve hayata bir ruh ve anlam kazandırırlar. Bu ürettikleri, hayal ettikleri dolayısıyla insanla ilişkili olan her şeye etki eder. Bunlara bir anlam ve ruh kazandırır.
Peki maneviyata, iç huzura nasıl ulaşılmalıdır?
İnsanoğlu bir amaç uğruna varlık sahnesine çıkarılmıştır. Bunun pek çok hikmetleri vardır fakat bu hikmetlerden bir tanesi Allah Teala Hazretlerine kulluk edip, bir yaratıcı olduğunu müşahade ederek bilmektir. Bunun içinde insanoğlunun yaşamını sürdürebileceği dünya, kâinat, canlılar yaratılmıştır. Fakat insanoğlunun bu amaç dışında bir davranış sergilemesi, Mevlâna hazretlerinin deyimiyle hint çeliğinden yapılan ve meşhur ustalar tarafından altın işlemelerle işlenen kılıcın, bir kâğıdı asmak için ağaca saplanması ile eşdeğerdir. Dolayısıyla insanoğlu da yaratılış amacına uygun olarak kulluk bilinciyle hareket ettiği zaman iç huzura, manevi dinginliğe ulaşabilir. Aksi takdirde kâğıdı asmak için ağaca saplanan o kılıcın amacı dışında kullanıldığı için paslanması gibi insanoğlunun hayatı da mutluluk maskesi takan mutsuz bir tiyatro oyuncusunun sergilediği tiyatro oyunundan ibaret olur. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi insanoğlu kendisiyle ilişkilendirilen her şeye etki eder. Şayet insan iç âlemine manevi, ruhi değerlerine önem verdiğinde bu değerlerden neşet eden giyim tarzına, üslubuna, dini ve örfi adetlerine de bir ruh ve anlam kazandırır. Zira üstat Şeyh Galib’in deyimiyle
“Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen “
Yani kendine dikkatlice bak sen âlemin özüsün. Sen varlıkların gözbebeği olan insansın dolayısıyla senin özünde bir başkalaşım veya değişim meydana geldiği takdirde bu değişim aleme de sirayet edecektir. Bunun en bariz örneği Ramazan’ın tatlı heyecanını yaşamaya çalıştığımız şu günlere baktığımızda geleneğimizde yaşanan o tatlı Ramazan heyecanının yok olmayla karşı karşıya kaldığını görmek mümkün değildir. Osmanlı zamanında Ramazan’da konaklarda kurulan ve herkesin davet edildiği o iftar sofralarını bu modern olarak ifade edilen günümüz hayat tarzında görmek ne yazık ki mümkün değildir. Bırakın mahallelerde kurulan iftar sofralarını, kapı komşusu olan kişilerin bile birbirlerini tanımadığı bir hale gelmiş bulunmaktayız. Osmanlı döneminde bu iftar sofralarının yanı sıra Ramazan geceleri yapılan Karagöz, Meddah, Orta Oyunu gibi oyunları ve eğlenceleri sadece kitaplardan öğrendiğimiz bir hale geldik. Bu da bize gösteriyor ki insan ifsat edildiği takdirde kendisiyle ilişkili olan her şey ifsata uğruyor. Hülasa olarak modernitenin üzerimize örttüğü bu kara gaflet perdesini bu Ramazan’da üzerimizden atıp yaratılış amacımıza uygun olarak, kulluk bilincimizin farkına vararak, dini ve örfi 1 bütün olan kültürümüze deki manevi ruhu tekrardan canlandırarak, modernitenin bize dayatmış olduğu ruhsuz, soluk bir yaşam tarzından canlı ve renkli bir yaşam tarzına dönüş sağlamamız gerektiği düşüncesindeyiz. Zira Oktay Sinanoğlu hocanın deyimiyle “çağdaşlık modanın arka sokaklarında köpek gezdirmek değildir.” İnsanda meydana gelen bir değişim alemde de meydana geldiğini tekrar tekrar hatırlatmak isteriz. Çünkü zübde-i alem olan insansın sen.
Ercan Evik
Yorumlar
Yorum Gönder